Asmaa' al-Husna’yı (Guzel Isimler, Allah'in Guzel Ozellikleri) tanımamızın bir başka yolu da yaratılışımıza bakıp, irademizin dâhilinde olmayan, seçmediğimiz özelliklerimizi ele almaktır. Yaratılıyor oluşumuzdan Khaliq’ı (Yaratıcıyı), doğduğumuzda kendimizi şefkatli bir annenin kollarında bulmamızdan Rahim-i Rahman’ı, annemizde ihtiyaçlarımıza en uygun sütü bulmamızdan Rezzak-ı Rahim'i (merhametli rızıklandıran), bedenimizin en ince ayrıntısına kadar en ergonomik şekilde tasarımlanıyor oluşumuzdan Sani''i (sanatlı yaratan), Musawwir'i (bir surete büründüren) tanıyabiliriz.
>>>Uygulama örneği:
>>"Ben güzelim" yerine, "güzel yapılmışım" diyerek Jamil'i (cemal, güzellik sahibini) tanır, zikrederiz.
http://erisale.com/#content.tr.1.936 (İkinci (2.2) ve üçüncü (2.3) vecih ayinedarlık-ayna oluş)
--> Bu zikrleri (yani hatırlama, anma) hayatimizin her anına yayabilmek, yaptığımız tüm isleri ibadete çevirebilmek için, yaşadığımız anların bilinçli bir şekilde farkında olmalı, "bu anda neler hissettiriliyorum, neler düşündürülüyorum ve bunlar Rabbimin hangi Asmaa'sının yansıması, Rabbimi bana hangi özellikleriyle tanıttırıyorlar" sorusunu canlı tutabilmeliyiz.
(ana konsantre olma egzersizi için bkz: “Compassionate Mind” by “Paul Gilbert”)
NOT 1: İnsanda olumsuz algılanan eğilimler de vardır. Eğilimlerimizin hangilerinin nefis kanalından, hangilerinin ruh, vicdan ve kalp kanalından geldiğini genelde hissedebiliriz. Özet olarak şeytani heva, heves, arzularımız, vehimlerimiz, "küçük dağları ben yarattım" şeklinde ilahlık taslayışımız, kendimizi özelliklerimizin, amellerimizin, ellerimizle yaptıklarımızın, yeteneklerimizin, vs. yaratıcısı olarak vehmetmemiz, aynı şekilde evrendeki diğer görünürde sebepleri de sonuçların yaratıcısı olarak vehmetmemiz (natüralizm/doğacılık), kibir ile yargılayıcı ve kıskanç olmamız, bencilliğimiz, kendimizi kâinattan ve diğer insanlardan ayrıymış gibi vehmedip kendi istek ve çıkarlarımızı başka yaratıklarınkinin önüne koymamız, fani dünyayı baki gibi vehmedip hırs ile dünya mali ve gücü biriktirme hevesimiz (consumerism/tüketicilik) ve bedensel ihtiyaç ve hazlar pesinde dizginsiz şekilde koşan hayvani yönümüz, vs. nefis kanalımızdır diyebiliriz.
Nefis kanalını diğer kanallardan ayırabilmemiz için "an"da bilinçli farkındalığımızı geliştirmemiz gereklidir. Hâdi olanın izniyle mana-yı harfi, şukr, istiğfar gibi egzersizleri gündelik alıştırmalarımızın parçası haline getirip zamanla hayatımızın her anına yayma çabası bilinçli farkındalığımızın geliştirilmesine vesile olur.
Nefis kanalını ne kadar incelikle ayırt edebilirsek o kadar başarıyla nefsimizi olumlu şekilde kullanmaya kapı açabiliriz. Zira nefsimiz bizi insan yapan en önemli özelliklerimizden biridir ve nefsimizi doğru kullanmayı öğrendiğimizde bunun önemli ve etkili bir yetenek olduğunu fark ederiz. Nefis terbiyesi ile biz nefsimize itaat edip onu taşıyan eşekler olmaktan çıkıp, nefsimize ata (Burak'a) biner gibi bineriz. Bu süreç içinde terbiye oluşumuz, ders alışımız, öğrenişimiz, yanlışlarımızdan pişman olup dönüşümüz, bize Alim’i, Rabbi, Hadi’yi, Tawwab’ı, Ghafur’u vs. tanıtır. (bkz 2:34-37 ayetler islamicity.com/quransearch ten alınmıştır.)
Surah Al-Baqara (The Cow/ İnek) Suresi
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (2:34)
2:34 (Asad) And when We told the angels, "Prostrate yourselves before Adam!" [25] -they all prostrated themselves, save Iblis, who refused and gloried in his arrogance: and thus he became one of those who deny the truth. [26]
2:34 (Turkish) Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden (hakikati inkâr edenlerden) oldu
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ (2:35)
2:35 (Asad) And We said: "O Adam, dwell thou and thy wife in this garden, [27] and eat freely thereof, both of you, whatever you may wish; but do not approach this one tree, lest you become wrongdoers." [28]
2:35 (Turkish) Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama su ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (2:36)
2:36 (Asad) But Satan caused them both to stumble therein, and thus brought about the loss of their erstwhile state. [29] And so We said: "Down with you, [and be henceforth] enemies unto one another; and on earth you shall have your abode and your livelihood for a while !" [30]
2:36 (Turkish) Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.
فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (2:37)
2:37 (Asad) Thereupon Adam received words [of guidance] from his Sustainer, and He accepted his repentance: for, verily, He alone is the-Acceptor of Repentance, the Dispenser of Grace.
2:37 (Turkish) Derken Âdem, Rabbinden (hidayet kaynağı vahiy) kelimeler(i) aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini (hemen) kabul etti. Şüphesiz O, Tawwab'dır (tövbeleri kabul edendir), Rahim'dir (esirgeyendir).
Esaretten, nefsimize kulluktan ve esbaba kölelikten, evrendeki her bir cüzü (partikülü, nesneyi, kişiyi) varlıkları ve özellikleri ve sonuçları kendilerinden olan ilahçıklar olarak görerek onların kölesi olmaktan kurtulmamız için (la ilaha/ilah yoktur), evrendeki her bir cüzün Rabbini tanıtan, onu hamd ile tesbih eden ayetler (işaretler, anlamlara/asmaa'ya vs. işaret eden mektupçuklar, mesajlar) (3:190-191 17:44 24:41 41:53 59:1 vs.) ve Asmaa' İlahi’nin bir ayna yansımasından ibaret olduğunu anlamamız ve Tek Rabbimize (illAllah/Allah'tan başka) 'abd olmamız gerekir. Sebebi sonuca mâl eden sihirbazlar gibi asalarımıza (sebeplere) sarılmayı terk edip, Musa gibi asamızı bırakıp, cüzde külli Mutlak'ı gördüğümüzde Hakk'a döneriz. Asaya köleliği terk edip Hakk'a kul oluruz. Kendimizdeki tüm özellikleri tek tek Rabbimize (gözümüzü Basir'e, imanımızı Mu'min'e, ilmimizi Alim'e vs.) vere vere nefsimizin hiçliğini anlarız. Nefsimize, hevâlarımıza kölelikten (مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ 25:43 who makes his own desires his deity / Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edinen) kurtulmak için tefekkur, zikr gibi ibadetler ile çaba gösterip dua ettikçe, biidhnillah nefsimizi burak yapıp Hakk'a mi'raj (miraç) ederiz.
NOT 2: Bu bağlamda, Dr Yamina Bouguenaya'dan öğrendiğim bir bakış açısını, anladığım kadarıyla kendi sözcüklerimle ifade etmeye çalışacağım. Hayatımda bu teknikleri uygulama çabasına girmek çok güzel ve bereketli bir devrimin başlangıcı oldu.
Genel olarak hoşumuza gitmeyen bir duygu hissettiğimizde veya psikolojik bir tıkanıklık yasadığımızda, "duygularımız ayettir" bilinci bu duygularla başarılı bir şekilde başa çıkmakta bana en öncelikli yöntem gibi geliyor. "Ben böyle hissediyorum", "ben korkuyorum", "ben üzgünüm", "ben kızgınım" vs. dediğimiz zaman kendimizi duygularımızla bağdaştırıyoruz ve onlarla tanımlandığımızı hissediyoruz. Böylece bu duygularımızı serbest bırakmak ve kendimizi onlardan uzaklaştırmak zorlaşıyor, zira neredeyse kendimize, kendi gerçekliğimize ihanet ediyormuş gibi hissediyoruz. Ancak kendimizi, nefsimiz ve hatta kalbimizle değil de "ruh"umuzla, bilinçli farkındalığımızla tanımlarsak, görürüz ki duygularımız ve düşüncelerimiz, belli bir yöne eğilim gösterdiğimiz için çektiğimiz radyo kanalları gibidir ve onlar Rabbimizden birer "mesaj”dır, "ayet"lerdir, yani başka bir gerçekliğe işaret eden "işaret”lerdir. Bu başka gerçeklik ise, bu dünyada ahirete, yani bu fani dünyanın bekaya bakan yönüne, bizi hazırlamak üzere bir terbiye aracı olmasıdır. Duygularımı bu şekilde ele aldığımda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın meşhur "arif ani seyreyler" dizesi daha çok anlam kazanır, yani arif "içine dalıp boğulmaz", aksine, "bakalım Rab (bir nevi anne, baba gibi terbiye Eden, bir nevi öğretmen gibi eğiten) buradan ne öğretecek, ne anlamlar yolluyor, ne tecrübeler edindirecek, bunun sonu bakalım nerelere nerelere gidecek", der, diye anlıyorum.
http://www.alwaysreceivingnur.com/library/adventures-of-nur/
Sevdirilmediğimiz, hayatımızın pürüzsüz akışına taş koyduğunu hissettirildiğimiz böylece elverişsiz olduğunu öğretildiğimiz duygularımız vardır. Bazı duygularımızla ilgili bu hislerimiz de o duygularımıza mana-yı harfi ile bakmamızı hatırlatan uyarıcı ayetlerdir. Bu duygularımızı tek tek karşımıza alıp oturtup, böylece kendimizle duygumuz arasına mesafe koyup, duygumuza sormalıyız "Sen postacısın, ne ayet taşıdın Allah'tan? Rab seninle bana ne öğretiyor acaba?" Görürüz ki, belki o duygumuz çocukluğumuzdan bir anı ya da başka bir yaşanmışlık çağrıştırıyor. O anıyı ya da tecrübeyi analiz etmeye çağırıyor bizi. Belki çocukken çocuk bakış açısıyla hayata, insanlara dair vardığımız bir sonuç oldu ve biz onu bir daha hiç sorgulamadık, hayata ve insanlara hala o çocuk bakış açımızla edindiğimiz varsayımlarla muhatap oluyoruz. Şimdiki duygularımız belki bizi o anımızı, tecrübemizi yeniden değerlendirip, yetişkin anlayışımız ile yeni sonuçlara ulaşmaya davet ediyor.
Sevdirilmediğimiz duygumuzla bu biçimde yüzleşme süreci hem duygumuzun içinde boğulup kalmamak hem de onu atlatabilmek için gerekli olan anlamanın daha hızlı nasip olmasına vesile oluyor. Ancak, bu anlama yalnızca aklen bir anlama değil, tecrübe cinsinden bütün varlığınla bir anlama, yani edinilmiş bir hikmet. Bu yüzleşme süreci cesaret, biraz da kendimize karşı dürüst olmak ve çokça iç görü gerektiriyor. :) Rabbimiz kendimizle bu şekilde yüzleşip, bize getirilen ayetlerin ayet oluşlarıyla, yani duygularımıza mana-yı harfi bakış açısıyla muhatap olmak, Rabbin şefkatli elinde terbiye olmak, bu süreç içinde de, "ey Rabbim, duygumla yüzleştim, ne mesaj taşıdın, neye işaret ediyorsun (nasıl ayetlik yapıyorsun) diye de sordum, ama cevap gelmedi" diye sabırsız davranmamak nasip etsin, âmin.
Duygularımıza olan bu bakış açımızı başka konularda da uygulayabiliriz.
Kendimizde sevmediğimiz ve başa çıkmakta zorlandığımız bir karakter eğilimimiz varsa, örneğin çabuk parlayıp sinirleniyor, kızgınlık duygumuzu kontrol etmekte güçlük yaşıyor olabiliriz, yahut toptancı, mükemmeliyetçi, "ya hep ya hiç"çi, "battı balık yan gider"ci (yeme-içme konusunda konuştuğumuz düsturlarda nefsani zayıflık gösterip, emanetimize zararlı bir şey yedikten sonra, "bozdum bir kere" deyip zararlı paketlerden daha çok yemek, ya da bir namazı kaçırdıktan sonra, "gitti bugün" deyip diğer vakitleri de kaçırmak gibi) bir yaklaşıma eğilimimiz olabilir. Kendimizi "ben zaten şöyleyim" diyerek o karakter özelliğimizle tanımlarsak, kendimizi o özellikten ayırmak, uzaklaştırmak düşüncesi ağır geleceği gibi, karakterimizi değiştirmek gibi imkânsız bir yükün altına girdiğimizi hissederiz. Hem kendimizi tanımlayan bir parçamızı koparıp atıyor, böylece kimliğimizden, kendiliğimizden vazgeçiyor gibi de hissederiz.
Hâlbuki nasıl ki bir insana ömür boyu her gün beş vakit namaz kılmak ya da her gün yemek yemek veya pişirmek düşüncesi, toptan bakıldığında göz korkutucu, imkânsız bir yük gibi gelir, ancak her bir vakit sadece o vaktin namazıyla ilgilenmek yahut her öğün o öğünün yemeğini düşünmek esasen toptan düşüncenin zorlaştırdığı kadar ağır bir sorumluluk değildir. Veyahut kronik ağrısı olan bir insana ömrünün geri kalanı bu ağrıyı hep çekeceksin demek ona ölüm fermanı gibi gelir, cesaretini kırar; yahut 10 yıldır o ağrıyı her gün her an çektiğini düşünmek onu kahreder, çıldırtacak gibi olur; hâlbuki her an sadece o anın ağrısını çekmek üzere sabrını geçmiş hatırası ya da gelecek vehmiyle dağıtmasa, "an"a yoğunlaşsa, "an"da, dünyanın fani oluşu, hayatın da esasen bir "an"dan ibaret olduğu bilinciyle yaşasa ağrısı katlanılır, sabrı da yeterli olur. Aynen öyle de, "ben zaten şöyleyim" diye kendimizi sevmediğimiz (bize sevdirilmemiş) eğilimlerimizle tanımlamak yerine, bu eğilimin farklı "an"larda nasıl tezahür ettiğine yoğunlaşsak, hangi durumlarda hangi düşünce ve duyguları hissetme eğilimi gösterdiğimizi saptasak, ardından bu durumla karşılaştığımızda tüm karakterimize savaş açtığımızı düşünmek yerine, sadece o "an"da o duygu ve düşüncenin bize gönderilmiş bir ayet olduğunu hatırlasak, bizi yanlış bir yaklaşım ya da düşünce kalıbımız hakkında uyardığını, terbiye ettiğini bilsek, Rabbe sığınarak o tek tek "an"larla basa çıkma duası içine girmemiz pek kolaylaşır.
Örneğin çabuk parlayıp sinirlenen, kızgınlık duygusunu kontrol etmekte güçlük yaşayan kişi, "ben zaten çabuk sinirlenirim, mizacım böyle" deyip kestirip atmasa yahut karakterine ve dolayısıyla kendisine savaş açma düşüncesini bir kenara bıraksa, her sinir ve kızgınlık hissettiği "an"da, "Rabbim bana bu duyguyu gönderdi, yarattı, beni bu duyguyla terbiye ediyor, belki bu duyguyla başa çıkmaya çalışırken bana neden kızdığımla ilgili başka şeyler de öğretiyor" diye hatırlasa, bilinçli farkındalığı ile iradesini ve kontrol mekanizmasını devreye sokma çabasına girecek, kendisiyle öfkesi arasına mesafe koyacak, kızgınlığı kontrol edilemez hale gelmekten çıkacak, Rabbine sükûnet için dua ederken sakinleşmeye başladığını görecek. Her bu hali yaşadığı "an"da sadece o an ile muhatap olsa, bunun alıştırmasını yaptıkça, giderek bunları hatırlamanın kolaylaştığını ve duyguyu hissetmeye başladığında gaflet halinden sıyrılarak bilinçli farkındalığı ile mana-yı harfi bakış açısını daha çabuk devreye sokabildiğini görecek. Gaflet halinden ne kadar çabuk sıyrılırsa, o kadar duygusu büyümeden kendisini o duygudan uzaklaştırabilip duygusunu kontrol altına alması kolaylaşacak.
"Ya hep ya hiç"çi kişi, "ben zaten mükemmeliyetçiyim, yapacak bir şey yok" demese ve "toptancı”lığına savaş açmaya da kalkmasa, kafasındaki ideal davranış kalıbını bozup da her "battı balık yan gider" diyeceği zaman, bu düşüncenin ona belli bir kalıba şu ana kadar göstermiş olduğu eğilimden dolayı gönderilmiş bir ayet olduğunu hatırlasa, yalnız o "an"daki düşüncesine "sen bana Rabbimden geldin, neye işaret ediyorsun" diye sormayı hatırlasa, hem o düşüncenin bilinçli olarak farkında olacak, böylece iradesini istediği yönde kullanamasa bile her seferinde iradesini o yönde kullanmak için çaba ve dua içinde olacağından iradesinin kuvvetlenmesi ihtimali artacak, hem de o düşünce kalıbının altında yatan başka problematik yönlerini görme ihtimali de artacak, hem de sabrını ve gücünü geçmiş ve geleceğe dağıtmayıp yalnızca "an"larda kullanacak. Savaşta bir komutan gibi, ordusunun askerlerini sağa sola dağıtıp orta cenahı zayıf bırakmamış olacak. http://www.erisale.com/#content.tr.1.363
Böylece duygularımız, düşüncelerimiz, karakter eğilimlerimiz, sorumluluklarımız, yaşadığımız zorluklar içinde boğulup kalmak yerine, "an"a yoğunlaşıp, bilinçli farkındalığımızla onların her birinin Rabbimizden bizi terbiye etme, bize öğretme aracı olan birer ayet olduğunu hatırlayıp, onları "seyreyler"iz. "Hak şerleri ('bize sevdirilmeyen'leri) hayreyler (ayettir, terbiye aracıdır, çok anlamlara işaret eder, hayırlara vesiledir), Mevla’m görelim neyler (bana neler öğretir), neylerse güzel eyler (benim iyiliğim, sonsuz ahiretimin selameti içindir)" deriz.
https://www.youtube.com/watch?v=3xMcxUOGvq0&index=15&list=PLaUE3b1o-WBdUfaVlEvgkeveIWyyLJG8R
Bize sevdirilmeyen korku, çocukluk travmaları, yakınmalarımızla en başarılı bir şekilde başa çıkmada diğer kuvvetli bir araç ta şükr egzersizi, virdidir. Her şeye mana-yı harfi ile bakma alıştırması yaptıkça, afakta her bir atom, molekül, çiçek, ot, hücre, hayvan, yıldız, ay, enfüste her bir hareketimiz, yeteneğimiz, düşüncemiz, duygumuz bize özel hediyelerdir dedikçe ve bunlarda yansıyan tüm güzel "husn" özellikleri de Rabbimiz bizim seveceğimiz şekilde bizim için "asmaa' al-husna’sını özel yansıtmış ve bizim için süslemiş diye zikrettikçe şükre açılan kapıdan gireriz. Bize özel hediyeleri için duyduğumuz fıtri yaradılıştan takdir ve memnuniyet duygularımızı bilinçli olarak bize göz kulak olan bizimle devamlı ilgilenen Rabbimize yönlendirebiliriz. Bu şekilde günlük yaşantımızda ne kadar çok bilinçli farkındalıkla şükredersek, endişe duyduğumuz ya da şikâyet ettiğimiz şeylerin, gark olunduğumuz nimetlere kıyasla cuz'iliğini ve önemsizliğini fark etmeye başlarız. Şükredecek trilyonlarca şey varken birkaç şeye büyüteçle yoğunlaşıp onlardan şikâyet etmekten utanmak gerektiğini biraz daha iyi hissetmeye başlarız. İlk aşamada belki bunu yalnızca aklen anlayabilsek de, tekrar tekrar hatırlayıp, her an şukr zikrini vird haline getirdikçe, şukr ile hallendikçe, hayata bakışımız şukr gözlüğüyle boyandıkça kalbimiz terbiye olmaya, hammadun olma yolunda ilerleme başlar ve yalnızca aklen anlamakla kalmayız, kalben de hissetmeye başlarız. İşte o zaman, bize sevdirilmeyen bir duygu hissedince ya da bizi rahatsız eden bir durum tecrübe ettiğimizde, sabırsızlıkla "ben bundan nasıl kurtulurum, nerden çıktı simdi bu" paniği içinde değil, aksine genel bir memnuniyet hali, Rabbi takdir hissi içinde "eh bir de bu sevdirilmediğim şey verildim, buradan da bir güzellik, iyilik "husn" gelecek Rabbim, Sen bana onu görmek nasip et" diye daha bir rahatlıkla bize sevdirilmeyen şeylere de mana-yı harfi ile bakabilme sürecini yasayabilmemize zemin oluşturulur.
Bize sevdirilmeyen duygulara ve hallere muhatap olduğumuzda oradaki "husn"u göremediğimiz yerde şukr virdini tamamlayan bir diğer kuvvetli aracımız da istiğfar virdidir. Her ne zaman Rabbimizin "husn"unu göremediğimizi hissedersek, "Sen her yerde her şeyi husn ile yaratansın ama ben bu duyguda/durumda "husn" göremedim, sen görme bereketini nasip et" diyerek istiğfar ettiğimizde (ghafara'da aynı zamanda bereket anlamı da vardır) istiğfar ve hamd/şukr bir kuşun iki kanadı olur. Rabbimiz mustaghfirin ve hammadun'dan olmak nasip etsin. Gaflete kaymak çok kolay, bilinçli tefekkür, zikr, şukr, istiğfar halini korumak ise daha zor, hayatımızın her anında bilinçli farkındalık halinde olmamız nasip olsun, âmin. Ve hidayet Rabbimizdendir, ya Hadi.
****
2 Haziran dersinde "(2.2) yeteneklerimizin kaynağını görmek" ve "(2.3) yaratılış özelliklerimizin kaynağını görmek" konularini daha detayli tartistik. Bir sonraki hafta (9 Haziran) "(2.4) enfüste mana-yı harfinin ele alacağımız son yönü-birinci vecih ayinedarlık-" ve "(3.1) afaki olaylar" ile devam edip "(3.2) enfusi olaylar"i calismaya başladık. Bilahare geçmiş ve gelecekte bizim dışımızda gelişip başımıza gelen olayları iA ele aldik.
2Haziran2015 (2.2 ve 2.3) ses kaydı:
https://www.youtube.com/watch?v=gW3ULgwnmrI&index=6&list=PLXJ4g0IxIL4gFkpjT_AAc5eithP04QuYC
----------
--> BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN TIKLAYINIZ: 2.4)
>>>Uygulama örneği:
>>"Ben güzelim" yerine, "güzel yapılmışım" diyerek Jamil'i (cemal, güzellik sahibini) tanır, zikrederiz.
http://erisale.com/#content.tr.1.936 (İkinci (2.2) ve üçüncü (2.3) vecih ayinedarlık-ayna oluş)
--> Bu zikrleri (yani hatırlama, anma) hayatimizin her anına yayabilmek, yaptığımız tüm isleri ibadete çevirebilmek için, yaşadığımız anların bilinçli bir şekilde farkında olmalı, "bu anda neler hissettiriliyorum, neler düşündürülüyorum ve bunlar Rabbimin hangi Asmaa'sının yansıması, Rabbimi bana hangi özellikleriyle tanıttırıyorlar" sorusunu canlı tutabilmeliyiz.
(ana konsantre olma egzersizi için bkz: “Compassionate Mind” by “Paul Gilbert”)
NOT 1: İnsanda olumsuz algılanan eğilimler de vardır. Eğilimlerimizin hangilerinin nefis kanalından, hangilerinin ruh, vicdan ve kalp kanalından geldiğini genelde hissedebiliriz. Özet olarak şeytani heva, heves, arzularımız, vehimlerimiz, "küçük dağları ben yarattım" şeklinde ilahlık taslayışımız, kendimizi özelliklerimizin, amellerimizin, ellerimizle yaptıklarımızın, yeteneklerimizin, vs. yaratıcısı olarak vehmetmemiz, aynı şekilde evrendeki diğer görünürde sebepleri de sonuçların yaratıcısı olarak vehmetmemiz (natüralizm/doğacılık), kibir ile yargılayıcı ve kıskanç olmamız, bencilliğimiz, kendimizi kâinattan ve diğer insanlardan ayrıymış gibi vehmedip kendi istek ve çıkarlarımızı başka yaratıklarınkinin önüne koymamız, fani dünyayı baki gibi vehmedip hırs ile dünya mali ve gücü biriktirme hevesimiz (consumerism/tüketicilik) ve bedensel ihtiyaç ve hazlar pesinde dizginsiz şekilde koşan hayvani yönümüz, vs. nefis kanalımızdır diyebiliriz.
Nefis kanalını diğer kanallardan ayırabilmemiz için "an"da bilinçli farkındalığımızı geliştirmemiz gereklidir. Hâdi olanın izniyle mana-yı harfi, şukr, istiğfar gibi egzersizleri gündelik alıştırmalarımızın parçası haline getirip zamanla hayatımızın her anına yayma çabası bilinçli farkındalığımızın geliştirilmesine vesile olur.
Nefis kanalını ne kadar incelikle ayırt edebilirsek o kadar başarıyla nefsimizi olumlu şekilde kullanmaya kapı açabiliriz. Zira nefsimiz bizi insan yapan en önemli özelliklerimizden biridir ve nefsimizi doğru kullanmayı öğrendiğimizde bunun önemli ve etkili bir yetenek olduğunu fark ederiz. Nefis terbiyesi ile biz nefsimize itaat edip onu taşıyan eşekler olmaktan çıkıp, nefsimize ata (Burak'a) biner gibi bineriz. Bu süreç içinde terbiye oluşumuz, ders alışımız, öğrenişimiz, yanlışlarımızdan pişman olup dönüşümüz, bize Alim’i, Rabbi, Hadi’yi, Tawwab’ı, Ghafur’u vs. tanıtır. (bkz 2:34-37 ayetler islamicity.com/quransearch ten alınmıştır.)
Surah Al-Baqara (The Cow/ İnek) Suresi
وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلاَئِكَةِ اسْجُدُواْ لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ (2:34)
2:34 (Asad) And when We told the angels, "Prostrate yourselves before Adam!" [25] -they all prostrated themselves, save Iblis, who refused and gloried in his arrogance: and thus he became one of those who deny the truth. [26]
2:34 (Turkish) Ve meleklere: "Âdem’e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden (hakikati inkâr edenlerden) oldu
وَقُلْنَا يَا آدَمُ اسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلاَ مِنْهَا رَغَداً حَيْثُ شِئْتُمَا وَلاَ تَقْرَبَا هَـذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الْظَّالِمِينَ (2:35)
2:35 (Asad) And We said: "O Adam, dwell thou and thy wife in this garden, [27] and eat freely thereof, both of you, whatever you may wish; but do not approach this one tree, lest you become wrongdoers." [28]
2:35 (Turkish) Ve dedik ki: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama su ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz."
فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُواْ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ (2:36)
2:36 (Asad) But Satan caused them both to stumble therein, and thus brought about the loss of their erstwhile state. [29] And so We said: "Down with you, [and be henceforth] enemies unto one another; and on earth you shall have your abode and your livelihood for a while !" [30]
2:36 (Turkish) Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları (durum)dan çıkardı. Biz de: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır" dedik.
فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (2:37)
2:37 (Asad) Thereupon Adam received words [of guidance] from his Sustainer, and He accepted his repentance: for, verily, He alone is the-Acceptor of Repentance, the Dispenser of Grace.
2:37 (Turkish) Derken Âdem, Rabbinden (hidayet kaynağı vahiy) kelimeler(i) aldı. Bunun üzerine (Allah da) tövbesini (hemen) kabul etti. Şüphesiz O, Tawwab'dır (tövbeleri kabul edendir), Rahim'dir (esirgeyendir).
Esaretten, nefsimize kulluktan ve esbaba kölelikten, evrendeki her bir cüzü (partikülü, nesneyi, kişiyi) varlıkları ve özellikleri ve sonuçları kendilerinden olan ilahçıklar olarak görerek onların kölesi olmaktan kurtulmamız için (la ilaha/ilah yoktur), evrendeki her bir cüzün Rabbini tanıtan, onu hamd ile tesbih eden ayetler (işaretler, anlamlara/asmaa'ya vs. işaret eden mektupçuklar, mesajlar) (3:190-191 17:44 24:41 41:53 59:1 vs.) ve Asmaa' İlahi’nin bir ayna yansımasından ibaret olduğunu anlamamız ve Tek Rabbimize (illAllah/Allah'tan başka) 'abd olmamız gerekir. Sebebi sonuca mâl eden sihirbazlar gibi asalarımıza (sebeplere) sarılmayı terk edip, Musa gibi asamızı bırakıp, cüzde külli Mutlak'ı gördüğümüzde Hakk'a döneriz. Asaya köleliği terk edip Hakk'a kul oluruz. Kendimizdeki tüm özellikleri tek tek Rabbimize (gözümüzü Basir'e, imanımızı Mu'min'e, ilmimizi Alim'e vs.) vere vere nefsimizin hiçliğini anlarız. Nefsimize, hevâlarımıza kölelikten (مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ 25:43 who makes his own desires his deity / Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edinen) kurtulmak için tefekkur, zikr gibi ibadetler ile çaba gösterip dua ettikçe, biidhnillah nefsimizi burak yapıp Hakk'a mi'raj (miraç) ederiz.
NOT 2: Bu bağlamda, Dr Yamina Bouguenaya'dan öğrendiğim bir bakış açısını, anladığım kadarıyla kendi sözcüklerimle ifade etmeye çalışacağım. Hayatımda bu teknikleri uygulama çabasına girmek çok güzel ve bereketli bir devrimin başlangıcı oldu.
Genel olarak hoşumuza gitmeyen bir duygu hissettiğimizde veya psikolojik bir tıkanıklık yasadığımızda, "duygularımız ayettir" bilinci bu duygularla başarılı bir şekilde başa çıkmakta bana en öncelikli yöntem gibi geliyor. "Ben böyle hissediyorum", "ben korkuyorum", "ben üzgünüm", "ben kızgınım" vs. dediğimiz zaman kendimizi duygularımızla bağdaştırıyoruz ve onlarla tanımlandığımızı hissediyoruz. Böylece bu duygularımızı serbest bırakmak ve kendimizi onlardan uzaklaştırmak zorlaşıyor, zira neredeyse kendimize, kendi gerçekliğimize ihanet ediyormuş gibi hissediyoruz. Ancak kendimizi, nefsimiz ve hatta kalbimizle değil de "ruh"umuzla, bilinçli farkındalığımızla tanımlarsak, görürüz ki duygularımız ve düşüncelerimiz, belli bir yöne eğilim gösterdiğimiz için çektiğimiz radyo kanalları gibidir ve onlar Rabbimizden birer "mesaj”dır, "ayet"lerdir, yani başka bir gerçekliğe işaret eden "işaret”lerdir. Bu başka gerçeklik ise, bu dünyada ahirete, yani bu fani dünyanın bekaya bakan yönüne, bizi hazırlamak üzere bir terbiye aracı olmasıdır. Duygularımı bu şekilde ele aldığımda Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın meşhur "arif ani seyreyler" dizesi daha çok anlam kazanır, yani arif "içine dalıp boğulmaz", aksine, "bakalım Rab (bir nevi anne, baba gibi terbiye Eden, bir nevi öğretmen gibi eğiten) buradan ne öğretecek, ne anlamlar yolluyor, ne tecrübeler edindirecek, bunun sonu bakalım nerelere nerelere gidecek", der, diye anlıyorum.
http://www.alwaysreceivingnur.com/library/adventures-of-nur/
Sevdirilmediğimiz, hayatımızın pürüzsüz akışına taş koyduğunu hissettirildiğimiz böylece elverişsiz olduğunu öğretildiğimiz duygularımız vardır. Bazı duygularımızla ilgili bu hislerimiz de o duygularımıza mana-yı harfi ile bakmamızı hatırlatan uyarıcı ayetlerdir. Bu duygularımızı tek tek karşımıza alıp oturtup, böylece kendimizle duygumuz arasına mesafe koyup, duygumuza sormalıyız "Sen postacısın, ne ayet taşıdın Allah'tan? Rab seninle bana ne öğretiyor acaba?" Görürüz ki, belki o duygumuz çocukluğumuzdan bir anı ya da başka bir yaşanmışlık çağrıştırıyor. O anıyı ya da tecrübeyi analiz etmeye çağırıyor bizi. Belki çocukken çocuk bakış açısıyla hayata, insanlara dair vardığımız bir sonuç oldu ve biz onu bir daha hiç sorgulamadık, hayata ve insanlara hala o çocuk bakış açımızla edindiğimiz varsayımlarla muhatap oluyoruz. Şimdiki duygularımız belki bizi o anımızı, tecrübemizi yeniden değerlendirip, yetişkin anlayışımız ile yeni sonuçlara ulaşmaya davet ediyor.
Sevdirilmediğimiz duygumuzla bu biçimde yüzleşme süreci hem duygumuzun içinde boğulup kalmamak hem de onu atlatabilmek için gerekli olan anlamanın daha hızlı nasip olmasına vesile oluyor. Ancak, bu anlama yalnızca aklen bir anlama değil, tecrübe cinsinden bütün varlığınla bir anlama, yani edinilmiş bir hikmet. Bu yüzleşme süreci cesaret, biraz da kendimize karşı dürüst olmak ve çokça iç görü gerektiriyor. :) Rabbimiz kendimizle bu şekilde yüzleşip, bize getirilen ayetlerin ayet oluşlarıyla, yani duygularımıza mana-yı harfi bakış açısıyla muhatap olmak, Rabbin şefkatli elinde terbiye olmak, bu süreç içinde de, "ey Rabbim, duygumla yüzleştim, ne mesaj taşıdın, neye işaret ediyorsun (nasıl ayetlik yapıyorsun) diye de sordum, ama cevap gelmedi" diye sabırsız davranmamak nasip etsin, âmin.
Duygularımıza olan bu bakış açımızı başka konularda da uygulayabiliriz.
Kendimizde sevmediğimiz ve başa çıkmakta zorlandığımız bir karakter eğilimimiz varsa, örneğin çabuk parlayıp sinirleniyor, kızgınlık duygumuzu kontrol etmekte güçlük yaşıyor olabiliriz, yahut toptancı, mükemmeliyetçi, "ya hep ya hiç"çi, "battı balık yan gider"ci (yeme-içme konusunda konuştuğumuz düsturlarda nefsani zayıflık gösterip, emanetimize zararlı bir şey yedikten sonra, "bozdum bir kere" deyip zararlı paketlerden daha çok yemek, ya da bir namazı kaçırdıktan sonra, "gitti bugün" deyip diğer vakitleri de kaçırmak gibi) bir yaklaşıma eğilimimiz olabilir. Kendimizi "ben zaten şöyleyim" diyerek o karakter özelliğimizle tanımlarsak, kendimizi o özellikten ayırmak, uzaklaştırmak düşüncesi ağır geleceği gibi, karakterimizi değiştirmek gibi imkânsız bir yükün altına girdiğimizi hissederiz. Hem kendimizi tanımlayan bir parçamızı koparıp atıyor, böylece kimliğimizden, kendiliğimizden vazgeçiyor gibi de hissederiz.
Hâlbuki nasıl ki bir insana ömür boyu her gün beş vakit namaz kılmak ya da her gün yemek yemek veya pişirmek düşüncesi, toptan bakıldığında göz korkutucu, imkânsız bir yük gibi gelir, ancak her bir vakit sadece o vaktin namazıyla ilgilenmek yahut her öğün o öğünün yemeğini düşünmek esasen toptan düşüncenin zorlaştırdığı kadar ağır bir sorumluluk değildir. Veyahut kronik ağrısı olan bir insana ömrünün geri kalanı bu ağrıyı hep çekeceksin demek ona ölüm fermanı gibi gelir, cesaretini kırar; yahut 10 yıldır o ağrıyı her gün her an çektiğini düşünmek onu kahreder, çıldırtacak gibi olur; hâlbuki her an sadece o anın ağrısını çekmek üzere sabrını geçmiş hatırası ya da gelecek vehmiyle dağıtmasa, "an"a yoğunlaşsa, "an"da, dünyanın fani oluşu, hayatın da esasen bir "an"dan ibaret olduğu bilinciyle yaşasa ağrısı katlanılır, sabrı da yeterli olur. Aynen öyle de, "ben zaten şöyleyim" diye kendimizi sevmediğimiz (bize sevdirilmemiş) eğilimlerimizle tanımlamak yerine, bu eğilimin farklı "an"larda nasıl tezahür ettiğine yoğunlaşsak, hangi durumlarda hangi düşünce ve duyguları hissetme eğilimi gösterdiğimizi saptasak, ardından bu durumla karşılaştığımızda tüm karakterimize savaş açtığımızı düşünmek yerine, sadece o "an"da o duygu ve düşüncenin bize gönderilmiş bir ayet olduğunu hatırlasak, bizi yanlış bir yaklaşım ya da düşünce kalıbımız hakkında uyardığını, terbiye ettiğini bilsek, Rabbe sığınarak o tek tek "an"larla basa çıkma duası içine girmemiz pek kolaylaşır.
Örneğin çabuk parlayıp sinirlenen, kızgınlık duygusunu kontrol etmekte güçlük yaşayan kişi, "ben zaten çabuk sinirlenirim, mizacım böyle" deyip kestirip atmasa yahut karakterine ve dolayısıyla kendisine savaş açma düşüncesini bir kenara bıraksa, her sinir ve kızgınlık hissettiği "an"da, "Rabbim bana bu duyguyu gönderdi, yarattı, beni bu duyguyla terbiye ediyor, belki bu duyguyla başa çıkmaya çalışırken bana neden kızdığımla ilgili başka şeyler de öğretiyor" diye hatırlasa, bilinçli farkındalığı ile iradesini ve kontrol mekanizmasını devreye sokma çabasına girecek, kendisiyle öfkesi arasına mesafe koyacak, kızgınlığı kontrol edilemez hale gelmekten çıkacak, Rabbine sükûnet için dua ederken sakinleşmeye başladığını görecek. Her bu hali yaşadığı "an"da sadece o an ile muhatap olsa, bunun alıştırmasını yaptıkça, giderek bunları hatırlamanın kolaylaştığını ve duyguyu hissetmeye başladığında gaflet halinden sıyrılarak bilinçli farkındalığı ile mana-yı harfi bakış açısını daha çabuk devreye sokabildiğini görecek. Gaflet halinden ne kadar çabuk sıyrılırsa, o kadar duygusu büyümeden kendisini o duygudan uzaklaştırabilip duygusunu kontrol altına alması kolaylaşacak.
"Ya hep ya hiç"çi kişi, "ben zaten mükemmeliyetçiyim, yapacak bir şey yok" demese ve "toptancı”lığına savaş açmaya da kalkmasa, kafasındaki ideal davranış kalıbını bozup da her "battı balık yan gider" diyeceği zaman, bu düşüncenin ona belli bir kalıba şu ana kadar göstermiş olduğu eğilimden dolayı gönderilmiş bir ayet olduğunu hatırlasa, yalnız o "an"daki düşüncesine "sen bana Rabbimden geldin, neye işaret ediyorsun" diye sormayı hatırlasa, hem o düşüncenin bilinçli olarak farkında olacak, böylece iradesini istediği yönde kullanamasa bile her seferinde iradesini o yönde kullanmak için çaba ve dua içinde olacağından iradesinin kuvvetlenmesi ihtimali artacak, hem de o düşünce kalıbının altında yatan başka problematik yönlerini görme ihtimali de artacak, hem de sabrını ve gücünü geçmiş ve geleceğe dağıtmayıp yalnızca "an"larda kullanacak. Savaşta bir komutan gibi, ordusunun askerlerini sağa sola dağıtıp orta cenahı zayıf bırakmamış olacak. http://www.erisale.com/#content.tr.1.363
Böylece duygularımız, düşüncelerimiz, karakter eğilimlerimiz, sorumluluklarımız, yaşadığımız zorluklar içinde boğulup kalmak yerine, "an"a yoğunlaşıp, bilinçli farkındalığımızla onların her birinin Rabbimizden bizi terbiye etme, bize öğretme aracı olan birer ayet olduğunu hatırlayıp, onları "seyreyler"iz. "Hak şerleri ('bize sevdirilmeyen'leri) hayreyler (ayettir, terbiye aracıdır, çok anlamlara işaret eder, hayırlara vesiledir), Mevla’m görelim neyler (bana neler öğretir), neylerse güzel eyler (benim iyiliğim, sonsuz ahiretimin selameti içindir)" deriz.
https://www.youtube.com/watch?v=3xMcxUOGvq0&index=15&list=PLaUE3b1o-WBdUfaVlEvgkeveIWyyLJG8R
Bize sevdirilmeyen korku, çocukluk travmaları, yakınmalarımızla en başarılı bir şekilde başa çıkmada diğer kuvvetli bir araç ta şükr egzersizi, virdidir. Her şeye mana-yı harfi ile bakma alıştırması yaptıkça, afakta her bir atom, molekül, çiçek, ot, hücre, hayvan, yıldız, ay, enfüste her bir hareketimiz, yeteneğimiz, düşüncemiz, duygumuz bize özel hediyelerdir dedikçe ve bunlarda yansıyan tüm güzel "husn" özellikleri de Rabbimiz bizim seveceğimiz şekilde bizim için "asmaa' al-husna’sını özel yansıtmış ve bizim için süslemiş diye zikrettikçe şükre açılan kapıdan gireriz. Bize özel hediyeleri için duyduğumuz fıtri yaradılıştan takdir ve memnuniyet duygularımızı bilinçli olarak bize göz kulak olan bizimle devamlı ilgilenen Rabbimize yönlendirebiliriz. Bu şekilde günlük yaşantımızda ne kadar çok bilinçli farkındalıkla şükredersek, endişe duyduğumuz ya da şikâyet ettiğimiz şeylerin, gark olunduğumuz nimetlere kıyasla cuz'iliğini ve önemsizliğini fark etmeye başlarız. Şükredecek trilyonlarca şey varken birkaç şeye büyüteçle yoğunlaşıp onlardan şikâyet etmekten utanmak gerektiğini biraz daha iyi hissetmeye başlarız. İlk aşamada belki bunu yalnızca aklen anlayabilsek de, tekrar tekrar hatırlayıp, her an şukr zikrini vird haline getirdikçe, şukr ile hallendikçe, hayata bakışımız şukr gözlüğüyle boyandıkça kalbimiz terbiye olmaya, hammadun olma yolunda ilerleme başlar ve yalnızca aklen anlamakla kalmayız, kalben de hissetmeye başlarız. İşte o zaman, bize sevdirilmeyen bir duygu hissedince ya da bizi rahatsız eden bir durum tecrübe ettiğimizde, sabırsızlıkla "ben bundan nasıl kurtulurum, nerden çıktı simdi bu" paniği içinde değil, aksine genel bir memnuniyet hali, Rabbi takdir hissi içinde "eh bir de bu sevdirilmediğim şey verildim, buradan da bir güzellik, iyilik "husn" gelecek Rabbim, Sen bana onu görmek nasip et" diye daha bir rahatlıkla bize sevdirilmeyen şeylere de mana-yı harfi ile bakabilme sürecini yasayabilmemize zemin oluşturulur.
Bize sevdirilmeyen duygulara ve hallere muhatap olduğumuzda oradaki "husn"u göremediğimiz yerde şukr virdini tamamlayan bir diğer kuvvetli aracımız da istiğfar virdidir. Her ne zaman Rabbimizin "husn"unu göremediğimizi hissedersek, "Sen her yerde her şeyi husn ile yaratansın ama ben bu duyguda/durumda "husn" göremedim, sen görme bereketini nasip et" diyerek istiğfar ettiğimizde (ghafara'da aynı zamanda bereket anlamı da vardır) istiğfar ve hamd/şukr bir kuşun iki kanadı olur. Rabbimiz mustaghfirin ve hammadun'dan olmak nasip etsin. Gaflete kaymak çok kolay, bilinçli tefekkür, zikr, şukr, istiğfar halini korumak ise daha zor, hayatımızın her anında bilinçli farkındalık halinde olmamız nasip olsun, âmin. Ve hidayet Rabbimizdendir, ya Hadi.
****
2 Haziran dersinde "(2.2) yeteneklerimizin kaynağını görmek" ve "(2.3) yaratılış özelliklerimizin kaynağını görmek" konularini daha detayli tartistik. Bir sonraki hafta (9 Haziran) "(2.4) enfüste mana-yı harfinin ele alacağımız son yönü-birinci vecih ayinedarlık-" ve "(3.1) afaki olaylar" ile devam edip "(3.2) enfusi olaylar"i calismaya başladık. Bilahare geçmiş ve gelecekte bizim dışımızda gelişip başımıza gelen olayları iA ele aldik.
2Haziran2015 (2.2 ve 2.3) ses kaydı:
https://www.youtube.com/watch?v=gW3ULgwnmrI&index=6&list=PLXJ4g0IxIL4gFkpjT_AAc5eithP04QuYC
----------
--> BİR SONRAKİ SAYFA İÇİN TIKLAYINIZ: 2.4)